5.Bölüm - H.Sapiens. İlk insan
5. H. Sapiens. İlk İnsan
Buzul çağı ile birlikte Afrika’da çok farklı koşullar karşımıza
çıkmaktadır. Öncelikle inanılmaz bir kuraklık hüküm sürmektedir. Büyük çöller
gelişmiştir, buralarda yiyecek bulmak neredeyse olanaksızdır. Sulak alanlar
küçük, aynı zamanda güvenilmezdir. Hava nemsiz ve kurudur. Bu nedenle güneş
ışınları her yeri eskiye göre daha fazla etkileyebilmektedir. Su ve besin
kaynakları o denli azalmıştır ki, Afrikalı Heidelbergensisler yiyecek peşinden
gidilebilecek her yere ulaşmış durumdadır ama yeni duruma ayak uyduramayarak
kısa sürede tarihten silinir, H.Erektuslar biraz daha dayanacak ama en sonunda
onlar da nesillerini sürdüremeyeceklerdir.
Topluluk yalnızca geceleri yürümeye başlamıştı. Çünkü gündüz çöl
sıcağında hareket etmek bile aşırı su kaybına yol açıyordu oysa susuzluklarını
yola çıkmadan önce yanlarına aldıkları sulu ve sert kabuklu meyvelerle
giderebiliyorlardı. Ve onlardan çok az kalmıştı.
Erkekler öne çıkıyor, uzun keşif yolculukları yapıyor ama kayalar ve
kum tepeleri arasında yeşil tek bir yaprak bile bulamıyorlardı. İki yüz kişilik
kalabalık topluluk, her gün birkaç üyesini geride bırakıyordu. Özellikle bebek
ölümleri inanılmaz boyuttaydı. Sayıları azaldıkça aralarındaki ilişkiler
sıklaşıyor, insanlar birbirlerine sarılıyordu. Sanki dev bir el, zayıf olanları
ayıklıyor, güçlü olanları ise bir araya getiriyordu.
Ertesi gün sabaha karşı yorgunluktan yere yığılırken uzaklardan gelen
sesler hepsinin dikkatini çekti. Bir yerlerde kuşlar ötüyordu. Bu, orada yaşam
olduğunu gösteren en önemli delildi. Yeni bir umutla yerlerinden kalktılar,
önlerindeki tepeye tırmandılar. Zirveye vardıklarında ise güneşin ilk ışıkları
çölde bir vahayı aydınlatıyordu, kurtulmuşlardı. Sayıları yalnızca yirmi
kadardı. En güçlü ve en dayanıklı yirmi kişi hayatta kalmayı başarmıştı. Ve
onların çocukları çölde kendilerini vatanlarında gibi hissedecekti.
Evrimin temel kuralı işliyor, güçsüzün yok olması için zayıflar
ölüyor, ortama ayak uydurabilen, sağ kalabilenler bir araya geliyordu. Böylece
yalnızca dayanıklı ve en güçlülerin oluşturduğu yeni bir öbek kuruluyor,
buradan yeni bir tür ortaya çıkıyordu. Neandertallerin aksine daha uzun ve ince
boyluydu. Zaten öyle devasa bir vücut geliştirmenin gereği de yoktu. Kuraklık
nedeniyle besinler kısıtlıydı, kaynaklar sayıca azdı. Hemen her türlü besini
sindirebiliyor, ateşi iyi kullanıyor gelişmiş avcılık teknikleriyle
avlanıyordu. Sıcak güneşin etkisiyle kararan teni onu bir yere kadar güneşim
ölümcül ışınlarından koruyordu. Bu türün o ana değin var olmuş tüm diğer primatlardan
çok farklı bir özelliği vardı. Beyni bizimki kadar büyüktü ve geleceğe yönelik
planlar yapabiliyordu (67). Hayatta kalmak için yalnızca o anda karnını
doyurmasının yeterli olmadığını biliyor ve ileride yapacağı işler göre şimdiden
tedbirler almaya başlıyordu. Bu türün adı Homo Sapienstir. Umut vaat ediyordu
ama hayata tutunup tutunamayacağı belli değildi. Binlerce yıl süren kuraklık
onu da yavaşça yok olmanın eşiğine getiriyordu. Bundan 130 000 yıl öncesinde
ise var olan bir kaç küçük sulak alanın yakınına yerleşmiş atalarımızın nüfusu
neredeyse iki bin kişiye kadar düşüyordu (69).
5.1. Tek tip insan türü
Nüfusun bu kadar düşük olması, günümüz insanlarının tamamının neden
tek tip olduğunu açıklamaktadır. Homo Sapiense kadar olan insan türlerinin hiç
biri bu güne ulaşabilmiş değildir. Oysa her şey normal yolunda gitse, en
azından Homo Erektus ve Neandertel türlerinden bazılarının günümüze kadar
gelmeleri beklenirdi. Şiddetli iklim değişiklikleri insanı neredeyse tek türe
mahkum etmiş gibidir. Ancak bu konuda başka kuramlar da vardır.
Kimi kaynaklara göre son buzul çağının tüm olumsuzluklarına karşın
H.Erektus, H. Neandertal ve H. Sapiens bir şekilde badireyi atlatmıştır.
Üstelik 100 000 öncesine gelindiğinde iklim oldukça yumuşamış, buzullar daha kuzeye
çekilmişlerdir. Artık o sırada var olan tüm türler için uygun bir yaşam ortamı
doğmuştu. Ama tarihler bundan tam 74.000 yıl öncesini gösterdiğinde dünyada
inanılmaz bir olay meydana geldi.
Endonezya’nın kuzeyinde Sumatra bölgesinde (70) bir göl vardır. Boyu
100 eni 33 kilometre olup derinliği 550 metredir. Burası dünyanın en büyük
krater gölü Toba’dır. Göl bundan 74.000
yıl önce bir krater ağzını barındırıyordu ve son 25 milyon yılın en güçlü
patlamasıyla atmosfere gaz ve toz bulutları yaymaya başladı (71). Dünyanın
hemen her köşesi bu tozdan nasibini aldı. Tozlar yoğun şekilde Hindistan yarım
adasından başlayarak dünyayı kapladı. Günümüzde Grönland’ın buz tabakaları
arasında, Meksika çukurunda toz bulutunun izlerine rastlanmıştır. Hindistan,
Pakistan ve körfez bölgesinde toz tabakasının kalındığı 1.5 metreyi buluyordu
(72)
Bunun sonuçları korkunç oldu ve
her yerde canlılar toplu kıyımlara uğradılar. Dünyayı kaplayan toz bulutları
ortamı bir anda kışa çevirdi, ortalama sıcaklık 3-5 derece azaldı. Artık bin
metreden yüksek her yer tamamen donmuş durumdaydı. Böylece varlığını
sürdürebilen insan sayısı inanılmaz biçimde azaldı. Son yapılan araştırmalar
günümüzün çağdaş insanını oluşturan genlerin yaklaşık 70.000 yıl önce 1000 ile
10.000 kişilik bir guruptan ortaya çıktığını göstermektedir. Yani Toba
patlamasıyla dünyadaki tüm insanlar yok olmuş yalnızca Afrika’da yaşayan 1.000
kişilik bir nüfus hayatta kalmayı başarmıştı (73). Kimileri bu sayıyı 2.000
kişi olarak vermektedir (74).
Volkanik kış uzun süre dünyayı etkilemeyi sürdürdü. Patlamadan üç yıl
sonra hesaplanan ortalama dünya sıcaklığı yalnızca 15 dereceydi (73). Böylece H. Sapiens yeni bir yaşam
mücadelesiyle karşı karşıya kaldı. Üstelik bu etki o kadar ani gelmişti ki ona
uygun bir evrim geçirme şansı hiç yoktu. Homo Sapiensle ilgili beyin büyüklüğü
ölçümleri bulunan fosiller üzerinden yapılmaktadır. Zaten başkaca bir olanak da
yoktur. Peki, Toba patlamasından önceki türlerle sonraki türler arasında fark
var mıdır? Doğrudan ölçüm yapma olanağımız yoktur ama kafatasının büyüklüğünü
etkileyecek evrimleşmenin binlerce yıl sürdüğünü yukarıdaki örnekleri
inceleyerek çıkarabilirsiniz. Buna karşın daha sonraki gelişmeler Toba
patlamasıyla hayatta kalan türün, öncekilerden çok daha zeki olduğunu göstermektedir.
Zekanın artışı için kafatasının büyümesi gerekmemektedir. Tersine beyin
işlevlerinin kalitesinin artması onun fiziksel boyutlarıyla ilgisi yoktur. Böylece Toba patlamasından sonra hayatta
kalan tür çok kısa sürede daha da zeki bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Patlamayla birlikte oluşan yeni soğuk dönem tam on bin yıl sürmüş, bundan
63.000 yıl önce dünya ılıman bir iklime dönmüştür (75). Atalarımız bir kez daha
Afrika’dan dünyanın dört bir yanına doğru yola koyulmuşlardır.
Bu noktada başka bir kurama da yer vermek gerekmektedir. Her ne kadar
Toba patlamasıyla görülen buz çağının dünyadaki insanların büyük bölümünü yok
ettiği ve yalnızca 2000 kişinin hayatta kaldığı ileri sürülüyorsa da, Avrupa’da
yaşayan ve adeta buz çağı için özel üretilmiş gibi duran Neandertal insanını
unutmamamız gerekir. Üstelik onun 30.000 yıl öncesine kadar yaşadığı da
biliniyor. Zaten buz çağı koşullarında yaşayan bir türün ortamın kötüleşmesi
üzerine tümüyle ortadan kalkacağına inanmak pek kolay değil. Ayrıca, Neandertal
ile günümüz insanı arasındaki gen benzerlikleri de çeşitli çalışmalara konu
olmuştur (62).
Aralarında 60.000 yıllık bir fark olsa bile her iki kuramda da insan
nüfusunun 2000 dolayına indiği ve oradan yeniden çoğaldığı kabul edilmektedir.
İster 130.000 yıl önceki buzul çağından ister de Toba patlamasından olsun, bu
günkü insanların tek bir atası vardır o da Homo Sapienstir.
Homo Sapiens Afrika’da son derece olumsuz koşullarda ortaya çıktı ve
hayata tutundu. Bu dönemde yaşam zorlukları, nüfusun azlığı, insan
topluluklarının birbirinden ayrı küçük öbekler halinde ve çok sıkı sosyal
ilişkiler içinde yaşamayı zorunlu kılmaktadır. Yiyecek bulmak her zamankinden
daha zordur. Toplayıcılık giderek uzmanlık isteyen bir iş haline dönüşecek,
avcılık ise ancak profesyonel diyebileceğimiz kişilerin becerisini
gerektirecektir. Artık avlar bir çeşit rastlantı ile değil, önceden hazırlanmış
ayrıntılı planlara göre seçilebilmektedir. Hayvan topluluklarını gözlemleyen
atalarımız onların hangi hareketleri yaptıklarını, ne zaman suya gittiklerini,
toplandıklarını veya dağıldıklarını biliyorlar, av planlarını buna göre
yapıyorlardı. Diğer hayvanlarda da benzer davranışlar olabilir. Örneğin büyük
sürülerin suyun başında toplandığını bilen kaplanlar orada pusu hazırlayabilirler.
Ama atalarımız bu işte öylesine uzmanlaşmışlardı ki yalnızca çok belirgin
olaylar değil, basit bazı izlerle hayvanların geçtikleri yolları önceden
belirleyerek onları avlayabiliyorlardı. Bu, zekanın diğer hayvanlara hiç
vermediği bir özelliktir.
Aynı dönemde yalnızca avcılık değil, toplayıcılık da olabilecek en
gelişmiş şekle dönüşmek üzeredir. Kadınlar ve çocuklar binlerce yıldır
bildikleri yiyeceklerin dışında, yeni besin kaynakları yaratmakta isteklidir.
Yiyeceği dalından alıp doğrudan tüketmeye dayalı beslenme yerine, bazı
işlemlerden geçirip sonra tüketmek biçiminde daha önceleri pek bilinmeyen
davranışlar gözlemlenmektedir. Böylece yepyeni yaşam kaynakları sisteme
katılmaktadır. Kadın, küçük kabile diyebileceğimiz topluluklar içinde
yaratıcılığı ile de etkinliğini artırmakta, beslenmede inisiyatifi neredeyse
tümüyle eline geçirmektedir. Kabileler beslenme olanakları arttıkça, daha iyi
bir yaşam kalitesi tutturuyor, böylece kabile üyeleri aşkı en doğal haliyle
yaşıyorlardı. Türün devamında başka hiçbir memelide görülmeyen aşk için, kadın
ve erkek bir milyon beş yüz bin yıl süren evrim geçirmek zorunda kalmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder