1.Bölüm - Kadınların yeni düzeni mi?

1.       Kadınların Yeni Düzeni mi?

“Gelinlik çağına gelmiş genç kızın elin evinde gecelemesi doğru mu sence?”

Büyük anne  sorduğu soruya yanıt almak istercesine kızının yüzüne baktı, kahvesinden bir yudum aldı, titreyen ellerine hakim olmaya çalışarak fincanı dikkatle masanın üzerine koydu. Tam karşısında oturan orta yaşlı kadın ördüğü örgüden başını kaldırdı, hafifçe gülümsedi,

“Aman anne, başlama yine. Sınıf arkadaşlarıyla toplanıp ders çalışacaklarmış.”
“Sen de inandın değil mi? O yaşta genç kız arkadaşlarıyla bir eve kapanıp ders mi çalışır?”
“Niye çalışmasın. Senin torunun aklı başındadır, merak etme.”
“Sanki bilmezmiş gibi konuşma, bir arkadaşın vardı, neydi adı, neyse, hep sağa sola ders çalışmaya giderdi de, dokuz ay sonra karnı burnunda dolaşmaya başlamıştı.”
“ Eh anne, pes valla, aradan otuz yıl geçti, sendeki hafızının da maşallahı var. Ama olay hiç de sandığın gibi değil. Onlar evlendiler, hala da mutlu mesut yaşayıp gidiyorlar. O çocuktan bir de torunları oldu.”
“Şansı varmış kızın da ondan. Yufka yürekli saf bir delikanlıya rastlamış, adam onu kabul etmiş. Başkası olsa yüz üstü bırakırdı da kızın sonu … tövbe tövbe”
“Artık zaman değişiyor anneciğim, merak etme. Senin genç kızlığın çok gerilerde kaldı.”
Büyük anne başını kaldırıp baktı, gözlerinde derin bir hüzün vardı, kızına hak verir gibiydi ama onun için geçmişten vazgeçmek söz konusu bile olamazdı. Yavaşça anlatmaya başladı,
“On altı yaşımda evlendim. Sabahleyin gün doğmadan kalkar, ahıra gider inekleri sağardım. Sütü ocağa koyar, kümese koşturur tavukları salıverirdim. Yumurtaları toplayıp mutfağa geri döndüğümde süt kaynamış olurdu. Bir gün bile o sütü taşırmadım. Rahmetli kayın pederim taze sütü pek severdi. Tasın üstü bir parmak yağ olurdu da …”
“Ah evet anne ya, şimdi hatırladım, ben de içerdim. Tastan süt içmeyeli kırk yıl oldu mu?”
“Bilmem, benim hesabım o kadar kuvvetli değildir, sen üç ya da dört yaşındaydın. Dedeni hatırlıyor musun?”
“Pek değil, fötr şapkası vardı, koyu renk. Bir de yufka ekmeğine tereyağı koyup sonra kızgın bıçakla yufkanın her yerine yayışını hatırlıyorum.”
 “Bıçak değildi o, ocağın maşasını kızdırırdı.”
“Ya, benim aklımda bıçak kalmış, ama ne güzel olurdu, kokusu hala burnumda tütüyor. Bir gün yapsak mı?”
“Ocak nerede kızım, köz gerekir o iş için köz.”

Bir an sessizlik oldu, iki kadın birbirlerine baktılar, büyük anne dayanamadı,

                “Bu kızın gideceği yer uzakta mı peki?”
                “Hayır anne, hemen yandaki sokağın öteki tarafında. Seslensek duyulur. Hem sen kızları tanıyorsun, daha Pazar günü buradaydılar.”

Büyük anne biraz rahatlamış gibiydi, yine de emin olamıyordu.

                “O kızlar mı, evet iyi bari. Söyle bizimkine cep telefonunu almayı unutmasın. Ne olur ne olmaz”
                “Anne şehrin ortasında ne olabilir ki? Dağ başı mı burası?”
                “Zaman kötü kızım kötü, zaman.“

Günümüzde genç kızlarımız büyük anneleri gibi yaşamıyorlar. Yalnızca otuz yıl öncesine göre bile oldukça farklı gençlik dönemi gözlerimizin önünde duruyor. Üstelik değişim belli bir bölge ya da toplumsal sınıfa özgü değil. Şehirler kadar köylerde de benzeri hareketlilik var. Kıyılarda köy güzelleri bikinileriyle denize giriyor. Büyük kentlerde ise gecenin ikisinde sokaktan genç kızların kahkahaları yükseliyor. Belki direnen yerler de var ama oralarda da kızlarımız annelerine benzememek adına ellerinden geleni yapıyorlar.
Zamanı daha genişletirsek aradaki fark çok belirgin biçimde karşımıza çıkıyor. Örneğin bundan elli yıl önce ergenlik çağına giren genç erkekler, kendi cinselliklerini keşfetmek için konuyu yakın arkadaşlarıyla tartışırlardı. Ama asıl yardım bazı büyüklerden (enişteler, amcalar, dayılar) gelirdi. Önceden hafiften laf çarptırmalar görülürdü.

                “Ulan, sen amma da büyüdün ha, evlendirsek çocuğun olacak yahu”

Sonra biraz daha açık cümleler kurulurdu.

                “Kızlarla aran nasıl? Aşağı mahalleye gitmedin mi?”

Aşağı mahalle denilen yer şehrin geneleviydi. Erkek çocuk büyük bir merakla oraya gitmek isterdi ama kapıdaki kimlik denetimi çok sıkıydı ve bizimkinin yaşı henüz tutmuyordu. Hiç sorun değil, serbest çalışanlar gerekli kolaylığı gösteriyorlardı. Bir süre sonra genç ergenimiz bu evlerden birisinin adresini bulur ve merak ettiği pek çok sorunun yanıtını öğrenebilirdi. Üç dört yıl içinde oturduğu bölgedeki tüm genel kadınları yakından tanımayı başarırdı. O artık her yönden gelişmiş genç bir erkekti.
Genç erkeğimiz yaşamı sürdürmenin yolunu öğrenir, okula yazılır ya da bir yere çırak girerek meslek edinirdi. İşinin başına geçip de para kazanmaya başlayınca başta annesi olmak üzere tüm akrabalar evlilik hazırlıklarına girişirlerdi. Çevrede evlenme çağına gelişmiş genç kızlar incelenir, aileler mercek altına alınırdı. Pek çok kız, çeşitli senaryolar uygulanarak erkeğe gösterilir, beğenilenler daha sıkı bir araştırmadan geçirilirdi. Bu konuda komşulardan yardım istenir, en yabancı ortamda bile sıkı dostluklar oluşturulurdu. Her şey tamamlanınca karşı taraf haberdar edilir, bir büyülü atmosfer içinde kız isteme, nişan ve evlilik törenleri gerçekleştirilir, genç erkeğimiz evinin sahibi olurdu.
Çocukluktan çıkan ergen kızımız için ise yaşam bambaşka bir çizgide ilerlerdi. Toplumda çeşitli uygulamalar vardı. Kimi yerde ne kadar başarılı olurlarla olsunlar kızların okumasına pek sıcak bakılmıyor, ilkokul üçüncü sınıftan sonra okuldan alınıyorlardı. Yalnızca okuma yazmayı öğrenmeleri yeterliydi. Kimileri ise ancak kız sanat, imam hatip gibi belli okullarda öğrenim görebiliyorlardı. Elbette erkeklerle eşit koşullarda okuma şansı bulan kızlarımız da vardı. Ama tümünde ortak bir davranış, kızları erkeklerden uzak tutma gayretiydi. Genç kızımız toplumun her yerinde erkeklerle ilişkilerinde baskı altına alınıyordu. Ona bir tek şey, erkeklerin beğeneceği gibi olması söyleniyordu. Ama cinselliği keşfetmesi için en küçük bir bilgi kırıntısı bile yoktu. Kızlar da, tıpkı genç erkekler gibi öğrendiklerini kendi aralarında çeşitli yollardan gizlice paylaşıyorlardı. Ama halalar, teyzeler ve yengelerden yardım görme şansları yoktu. Her ne kadar bebekleri gözleyerek erkeklerin farklı yapıya sahip olduğunu görebiliyorsa da (gerçekte bu gözlem onlarda çeşitli psikolojik sorunlara yol açabiliyor) yetişkin bir genç kızın genç erkek hakkındaki bilgisi bazı tahminlerden öteye geçmezdi. Toplum genç kızları her yönden koruma ya da daha açık deyimle baskı altına alırdı. Tüm bunlara direnen ve baş kaldıran olursa da onları töre cinayetleriyle başlayan randevu evlerinde biten bir yaşam öyküsü beklerdi.
Ama genç kızlarımızın büyük bölümü topluma boyun eğer, erkeğe daha güzel görünmek için ne yapılması gerekiyorsa ona göre davranırdı. Bunun ödülü de kendisine rahat yaşam sağlayabilecek bir erkek tarafından beğenilmek umuduydu. Sonunda beklenen gerçekleşir, birisi onu beğenir, genç kızımız olağan üstü bir şey olmadığı sürece ailesinin kendisine çizdiği yaşam yolunu kabullenerek, gelinliğini giyer,  baba evinden bir daha dönmemek üzere çıkardı.
Yukarıda çizdiğimiz tablonun yalnızca ülkemizde görülebileceği, başka yerlerde durumun farklı olduğu söylenebilir. Gerçi, doğuya doğru gittiğinizde, İran, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde bize göre daha da baskıcı toplumlarla karşılaşabilir, batıya yöneldiğinizde ise kadınlar açısından olumlu bir dünya umut edebilirsiniz. Hatta ilk bakışta batı toplumlarındaki kadınların bize göre daha özgür olduklarını bile düşünebilirsiniz. Ne var ki biraz aralarında yaşarsanız gerçekte bize ne kadar benzediklerine şahit olursunuz. Avrupa ve Amerikalı kadınlar kendilerini erkeklere beğendirmenin başka yollarını izlemektedir. Belki aileler onları zorla hiç tanımadıkları erkeklerle evlendirmezler ama medeniyet çizgisi yükseldikçe şiddet kullanımının yerini ikna yöntemlerine bıraktığını da biliyoruz. Dolayısıyla batılı kadınlar erkeklere bağlı, erkek egemen yaşamın değişik biçimlerini uygulamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Hatta her yönden insanların eşit olduğunu savunan eski Sovyetler Birliğinde bile yine erkek egemen yapının kendisini koruduğunu gözlemekteyiz. Değişen yalnızca araçlardır. Dünün dünyasında kadın erkekle ancak erkeklerin izin verdiği noktalarda eşitlik kurabilmektedir.
Yukarıda ele aldığımız tablo bundan otuz kırk yıl öncesine kadar sürekli olarak kendini tekrarlayıp duruyordu. Elbette birbirine aşık olan insanlar, elbette kurulu düzenin dışına çıkarak kendilerine farklı yaşam kuranlar vardı. Burada söylemeye çalıştığımız şey toplumun genel görünümüdür. İşte, gelişen değişimin en belirgin yönü, kızların yukarıdaki şablona uymayan davranışlarının giderek artmaya başlamasıdır. Yüz yıl önce de bir erkeğe aşık olan ve onunla kaçıp kendisine yeni bir hayat kuran kızlarımız vardı ama bu çok da sık görülen davranış değildi. Daha da seyrek olan şey, kızların birden fazla erkekle ilişkiye girmeleriydi. Günümüzde kızlarımız erkek arkadaş, flört gibi isimler altında erkeklerle ilişki kurmakta, eski ile kıyaslanmayacak sıklıkla da onları kolayca değiştirebilmektedir. Yani toplumun önemli kesimi artık annelerinden farklı bir yaşam sürdürmektedir. Büyük annelere göre ise arada hiçbir benzerlik kalmamıştır.
Olaya biraz daha yakından bakarsanız, değişimin yalnızca gençlerle sınırlı olmadığını da görürsünüz. Otuz yıl evli kaldıktan sonra boşanan çiftlerin sayısı giderek artmaktadır. Çocuklarını büyüten, onları ev bark sahibi yapan kadınlar sanki özgürlüklerini ilan etmekte ve erkekleri yanlarında istememektedir. Bu konu önemlidir çünkü uzun süre evli kalmış çiftlerin boşanmaları alışık olduğumuz bir davranış biçimi değildir. Hatta bırakın ayrılmayı, eskiden yıllar boyu birlikte yaşadığı eşi ölen bayanların yeniden evlenmesi bile doğru bulunmazdı. Ama şimdi, çevremiz giderek hayatını yaşayan olgun kadınlarla doluyor. Üstelik bunlar bir araya geliyorlar, toplantılar, turlar düzenleniyor. Çok değil, yüz yıl önce bir otobüs dolusu dul bayanın geziye çıkması kimsenin aklına bile gelmezdi. Dahası var, Amerika’da “çıplak erkek” partileri yapılıyor ve kulüpler açılıyor. Müşterilerinin çoğunlukla orta yaşlı hanımlar olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?
Genç kızlarımızın farklı davranışları ve olgun kadınlarımızın bireyselliğe olan eğilimi bize ne anlatmaya çalışıyor? Bir şeylerin değişmeye başladığını belirgin şekilde görüyoruz ama bu olay emperyalist oyun olabilir mi? İçinde bulunduğumuz ve bize doğal yaşam biçimi olarak gösterilen erkek egemen toplum başka bir tür örgütlenmeye girebilir mi? Kadın özgürlüğüne en büyük hakları vermiş gibi görünen ama aynı zamanda kadını en aşağılayıcı biçimde porno filmlerde oynatan ve buna da “sanat” adı veren batı toplumu, insanları daha rahat sömürmek adına postmodern bir strateji izliyebilir mi? Yoksa olanlar yepyeni bir dönemin habercisi midir? Kadınlar kendilerine özgü çağ açabilirler mi?
Değişim konusunda elde ettiğimiz bulgular, günümüzün yakın geçmişle karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Oysa toplum yaşayan, canlı varlıktır, zaman içinde farklılaşması kaçınılmazdır ve asıl sorun günümüzün normal gelişme içinde mi, yoksa yepyeni bir çağın habercisi mi olduğunu bulabilmemizdir. Ancak bu hiç de kolay değildir. Çünkü tek başvuru kaynağımız bilim kurgu yazarlarıdır. Onlar yıllar öncesinden bu günü yazmayı görev edinmişler, kendi yaşadıkları dönemin koşullarına göre geleceği oluşturmaya çalışmışlardır. Bunların en tanınmışı hiç kuşkusuz “Isac Asimov” dur ve tam da 2000’li yılları anlatan bir kitap yazmıştır. Kitabın yayınlanma tarihi 1952. Adı : Ben Robot. Robot uzmanı Suzan Calvin’nin anılarını anlattığı satırlar 2000’li yıllarda Robot Enstitüsünün kuruluşuyla başlamaktadır. Oysa 2010 yılında robot olarak bildiğimiz yalnızca Japonların Asimosu vardır, o da daha çok uzaktan kumandalı bir aygıttır. Tek başarısı iki ayak üzerinde durması ve yürümesidir. Sanayide robot adı altında pazarlanan makinaların tamamı gelişmiş otomatik araçlardır, en azından bilim kurgu yazarlarının anladığı biçimde bir robot kavramı içine girmemektedir.
Asimov’un robotları dıştan bakıldığında insandan farksızdır. Düşünür, karar verir ve uygular. Hatta kimi yerde insanlarla felsefe tartışmalarına girer. Ben robot kitabının 91. sayfasında robot iki insanı karşısına alıp şunları söyler;
“Sürekli olarak belli aralıklarla komaya giriyorsunuz (robot insanın uyumasını böyle tanımlıyor). Havanın ısısı, basıncı ya da nemliliğinde olabilecek en küçük bir değişiklik bile, bu dayanıklılığınızı azaltıyor. Kısa söylemek gerekirse, siz olabilecek en zayıf yaratıksınız. Bana gelince, ben kusursuz bir varlığım. Doğrudan doğruya elektrik gücüyle çalışıyorum. Üstelik bu gücü de yüzde yüze yakın bir verimle kullanıyorum. Dayanıklı ve sağlam bir madenden yapılmışım. Düşlere ve kuruntuya yer vermeyen sağlıklı bir beynim var.  İklim değişikliklerinden etkilendiğimi de kimse öne süremez her halde. “Hiçbir varlık, kendinden daha üstün bir varlık yaratamaz” kuramını göz önünde tuttuğumuzda, bir insanın beni yaratmış olabileceği saçmalığını siz de anlayacaksınız”.
Olayın geçtiği tarih yaklaşık olarak 2010 yılıdır ve artık geride kalmıştır. Bugün çevremizde değil insanlarla tartışmaya giren, doğru dürüst konuşan aygıtlar bile yoktur. İnsana benzer robotların tamamı şekil yönünden bizleri andırmakta, bunun dışında en küçük bir yakınlık göstermemektedir. Yani, sonuç olarak Asimov’un anladığı türden robot henüz üretilmemiştir. Çünkü çok önemli bir keşif, elektronik beyin gerçekleşmiş  değildir.
Elektronik beyin yapmanın temel koşulu, bükülebilir, esnek elektronik devrelerden geçmektedir. Günümüzde tüm elektronik aygıtlar, kağıt ile özel bir reçinenin karışımından elde edilen sert plakanın üzerine bakır bağlantılarla birleştirilmiş elektronik devrelerden oluşmaktadır. Bunların bir şekilde kıvrılıp bükülmesi söz konusu değildir. Asimov bu zorunluluğu gördüğü için esnek ve süngerimsi bir maddeden yapılmış “pozitronik beyin” kavramını önermiştir. Böyle bir yapıyı oluşturmanın tarihi ise 1980’li yıllar olmalıydı. Gerçekten de 1980’lerin başlarında umut verici bir atılımla yeni geliştirilen nano teknoloji ile esnek elektronik devreler yapılabilirdi. Ama ne yazık ki ortaya duvar boyalarından başka bir şey çıkmadı.

Bu açıdan baktığımızda açıkça görüyoruz ki günümüzde medeniyetimiz olması gereken yerde değildir. Üstelik bir çeşit gecikme, geri kalma gibi bir durum da görünmemektedir. Kadınların, dünya çapındaki gelişmelerle ortaya koydukları şey, insanlığı tümüyle farklı yöne çekme, önceden tahmin bile edilemeyen yeni bir çizgiye oturtma çabalarıdır. Üstelik bu hareketin önüne geçebilecek her hangi bir güç de ufukta görünmemektedir. Yani, tam bir sapma, medeniyet çizgisinde bir kırılma söz konusudur. Düz çizgi yön değiştirmiş ve yepyeni bir hedefe yönelmiş gibidir. Yenilik ilk anda heyecan yaratsa bile gerçekleşen şeyin olumlu olup olmadığını çözümlemek büyük önem taşımaktadır ve bu iş pek de kolay değildir. İşin kötüsü, varsaydığımız medeniyet çizgisinin başka kırılmalar içerip içermediğini de çözümlememiz gerekmektedir. Böylece şu an bulunduğumuz yerin doğruluğunu anlamanın yolu, geçmişe ama çok geçmişe giderek bütün çizgiyi yeni baştan incelemekten geçmektedir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17.Bölüm - Erkek egemen toplum tarihi

16.Bölüm - Görünmeyen zincir, bekaret

18.Blüm - Tüketim toplumu