14.Bölüm - Medeniyet çizgisinde asıl sapma

14. Medeniyet çizgisinde asıl sapma- Erkek Egemen Toplum
Günümüzden 10.000 yıl öncesindeki değişmeleri inceleyen tarihçilere göre kadın egemen toplumdan erkek egemen topluma geçiş sürecinin temelini özel mülkiyet oluşturmaktadır. Ancak her nedense olayın altında yatan şiddetten pek söz edilmemektedir. Oysa erkeklerin yönetimi eline geçirmelerinin temelinde gelişen silahlar ile buna bağlı olarak ortaya çıkan askerlik ve ordu kavramları bulunmaktadır. Eğer kabilelerde erkekler başka kabilelerin erkekleriyle çatışmalara girmeyip, kadınların yönetimi sürdürülebilseydi büyük bir olasılıkla son beş bin yılımız kanlı savaşlar tarihi olmaktan kurtarılabilirdi. Gelişen özel mülkiyet basitçe insanlar arasında daha onurlu düzeyde tutulabilirdi. Zaten tarihin bu bölümünde kadına karşı kullanılan şiddet hemen hiç araştırma konusu olmamıştır. Halbuki olaylar kadınların giderek köleleştiğini göstermektedir ve bunun şiddet olmaksızın uygulanması mümkün değildir.
Basit yağma olaylarıyla kendisini gösteren silahlı çatışmalar daha sonra çok iyi örgütlenmiş askeri harekatlara dönüşecek, komutanlar, en azından savaş sırasında ele geçirdikleri yönetimi asla büyük annelere geri vermeyeceklerdir. Bu komutanların bazıları kendileri üretim yapmak yerine başkalarının üretimlerine el koyma yolunu seçecekler, tarihin ilk zenginleri ortaya çıkacaktır. Bir başka aileyi olduğu gibi sahiplenmek köleci toplumun habercisidir.
Üstün silah teknolojisine sahip erkeklerin diğer insanları kendileri için çalıştırma ilkesine dayanan köleci toplum aynı zamanda erkek egemen toplum biçiminin de temelidir. Önceleri yalnızca yenilen tarafın kadınları köle olurken, egemen erkek kendi annesini bile köle olarak görmekten çekinmeyecektir. Bu, tarihteki en önemli sapma anlamına gelmektedir.
Elbette erkekler hemen annelerini köle yapmadılar. Ancak giderek onların yönetiminden çıktılar, sözlerini dinlememeye başladılar. Zaten savaş sırasında her türlü yönetim büyük babaların elindeydi ve bir çeşit sürekli savaş hali kimi ailelerde büyük anne egemenliğine kolayca son verdi. Ve ne yazık ki bazı kadınlar da “kaliteli gen” arayışı içinde bu iktidar değişikliğine destek verdiler. Bu konuda Engels haklı olarak şöyle demektedir.
“Bachofen, hetairisme ya da sefihçe çiftleşme adını verdiği şeyden karı-koca evliliğine geçişin tamamen kadınların eseri olduğunu kesinlikle ileri sürdüğü zaman bir kez daha söz götürmez biçimde haklıdır. İktisadi yaşam koşullarının eski komünizmi yıkarak geliştiği ve nüfus yoğunluğunun da arttığı ölçüde geleneksel cinsel ilişkiler ilk saflıklarını yitiriyor ve iffet hakkını tek bir adamla geçici ya da sürekli evlenme hakkını kurtuluş gibi görmeye başlayan kadınlara git gide alçaltıcı ve ezici olarak görülüyorlardı. Bu ilerleme kaynağını erkeklerden alamazdı, çünkü erkeklerin günümüze kadar edimli grup halinde evlenme tatlarından vazgeçmek hiçbir zaman akıllarına bile gelmemişti. Ancak kadınların iki başlı evliliğe geçişe meydan vermelerinden sonradır ki erkekler sıkı tek eşliliğe girebildiler ama gerçekte bu tek eşlilik yalnızca kadınlar içindir.” (104)
Köle haline gelen kadınların da en azından özgür olanlar kadar çekici olabildikleri unutulmamalıdır. Böylece erkekler, tüm kadınlara karşı ortaklaşa bir davranış biçimi geliştirmeleri kaçınılmazdır.
Erkeğin önce kabile yönetimini ardından silah gücüyle elde ettiği her şeye sahiplenmesi özel mülkiyet kavramının kolayca yayılmasına neden oldu. Çünkü köleci toplumlarda askerlik profesyoneldi, iyi örgütlenmişti hatta çoğunlukla üstün silahlara sahipti ve onlara göre amatör birer savaşçı olarak kalan anaerkil aile erkeklerini yenmek hiç de zor olmuyordu. Böylece köleci topluluklar giderek yayılmaya, kendi sistemlerini başka yerlere kabul ettirmeye başladılar. Üstelik insan öldürme teknikleri önemli bir araştırma alanıydı, kabileler bu yolda her türlü fedakârlığa katlanıyorlardı. Böylece kısa süre sonra metaller ortaya çıkacak ve daha iyi silahlar yapılacaktır.
Dünyada ilk kez bulunan maden bakırdır. Örneğin Malahit, doğada bakır madenlerinin üst tabakalarını oluşturmaktadır (105). Kırılgan olmasına karşın çok kolay işlenebilir. Üstelik atalarımız bakır minerallerinin düşük ergime sıcaklığını keşfetmekte gecikmeyeceklerdir. Onu ilk önce silah yapımında kullanırlar ve çok kaliteli ok uçları ile mızrak başları yapılır. Bunu, üretimi her yönden artıran gelişmiş ev aletleri ile tarımsal malzemeler izleyecektir. Yumuşak bir metal olan bakırdan sonra yine kolay eriyen başka bir metal, kalay bulunacaktır. Bir kalay minerali olan kasiterit tarih öncesinin en önemli madenlerinden birisidir, bakır ve kalayın karıştırılmasıyla elde edilen tunç, demir ortaya çıkıncaya kadar silah üretiminin temelini oluşturacaktır.
Ailelerin başına erkeklerin geçmesi ilginç bir sorun yaratmıştır. Eskiden büyük anne öldüğünde yerine kızlarından birisi geçerdi. Olay doğal bir süreç olarak gelişir, çocuklar annelerine saygı göstererek liderliğini kabullenirlerdi. Özel mülkiyet olmadığından ölüm doğrudan miras kavramı yaratmazdı. Hâlbuki şimdi büyük baba öldüğünde hatırı sayılır ölçekte servetin sahibi olabilirdi ve bunun kime kalacağı tartışma yaratıyordu. Erkek egemen toplum elbette güçlerini kadınlarla paylaşamazdı, miras hukuku günümüze kadar gelen temel kuralı yarattı. Mallar babadan oğula geçecekti. Bunun için öncelikle “baba” kavramının ortaya çıkması gerekiyordu ve erkek binlerce yıldan sonra ilk kez kadın karşısında farklı bir isimle anılıyordu. “Anne” kavramına karşın şimdi baba doğmuştu. Miras hukukunun da buna uygun düzenlenmesiyle zenginliklerin babadan oğula geçmesi sağlanıyor, kimi yerde bu zenginlik tüm toplumu yönetme haklarını kapsıyordu. Böylece ilk krallar boy gösterdi. Artık yönetim de babadan oğula kalıyordu. Çünkü büyük babalar daha ilk bebekleri doğar doğmaz onu ilerde yönetici olacak biçimde hazırlıyorlardı. Bu olay erkek egemen toplumun daha da kökleşmesine neden oldu.
Gerçekte miras hukukundaki değişmeler hiç de kolay olmamıştır. Çünkü binlerce yıldır kadına ait olan pek çok hak bir gecede el değiştiremezdi. Üstelik analık hukuku, etkisini günümüzde bile hissettiren çok önemli haktı. Dolayısıyla erkek egemen toplumlarda kadının tam olarak köleleştirilmesi çok yavaş ilerleyen, hatta belli bir yaş dönemi içinde fark edilmeyen bir hızda gelişti, yavaşça sonraki nesillere aktarıldı. F. Engels bunu kitabında çok ayrıntılı olarak göstermektedir (104).
Gerçekte erkek egemen toplum, doğal evrim sürecine aykırıdır. Her ne kadar doğada gen dağılımını yapan “baskın erkek” kavramına benziyorsa da gerçekte onunla hiçbir ilişkisi yoktur. Çünkü H.Ergasterin ilk dönemlerine kadar etkinliğini koruyan “baskın erkek” ve kaliteli genin bu yolla aktarılması sistemi tam bir erkek egemen toplum modeli değildir. Baskın erkek sisteminde erkekler diğerlerinden daha kaliteli gene sahip olduklarını sürekli kanıtlamak durumundadır ve burada şeflik babadan oğula aktarılmaz. Dolayısıyla erkek egemen toplumun ortaya çıkışı ve kadınları köleleştirmesi tarihi açıdan daha iyi değerlendirilmelidir. Böyle bir çalışma bizi doğrudan şiddete ve güçlü olana boyun eğmeye dayalı bir sisteme götürecektir. Büyük baba, “baskın erkek” değildir ama öyle davranmaktadır. Büyük bir olasılıkla diğer erkekler “baskın erkek” döneminden kalan duygularla güçlü olana bağlı kalmaktadırlar.
Bir ailenin başka diğer aileye saldırarak onu yağmalaması, bireylerini köle haline getirmesi kazanan taraf açısından mutlu bir olaydır. Ancak köle, aynı zamanda düşman birey anlamına gelir ve köleci toplum kendi içinde bulunan köleler tarafından saldırıya uğramamak adına sürekli olarak asker bulundurmak zorundadır. Dolayısıyla toplumdaki köle sayısı, onu kontrol altında tutabilecek asker sayısı ile sınırlıdır. Aksi takdirde efendiler kolayca esir alınabilirler. Bunu önlemenin en kestirme yolu, ailenin genişletilmesidir. Ne var ki doğum yoluyla nüfus artışı pek de hızlı sayılmaz. Yapılacak şey, başka köleci ailelerle birleşmek, askerleri tek çatı altında toplamak, bu şekilde çok büyük sayıda kölenin yönetilmesini mümkün kılmaktır. İlk erkek egemen topluluklar da aynen böyle yaptılar. Aileler birleşerek kabileleri, kabileler birleşerek boyları oluşturdular ve başına da bir kral geçirdiler. Tarihte ilk devlet doğmuş oldu.
Kadının köleleştirilmesinde baskı kadar ikna yöntemleri de etkili olmuştur. İkna yöntemi, ilk çağlardaki “din” kavramının geliştirilmesidir. Basit totemlerin gelişerek dine dönüşmesinin temelinde erkek egemen toplum tarihi aranmalıdır. Orada ise hemen üretim fazlası ve bu fazlayı kullanan insanlar karşımıza çıkar. Totemden farklı olarak daha ileri tapınma biçimleri, küçük bir azınlığın diğerlerinin sırtından geçinmesine olanak tanıyacak üretim fazlası gerektirir (106). Antik dini kurumlar kadın üzerinde tam bir baskıya neden olarak onun karşı koymasını engellemeye yönelik pek çok sanal kurala imza atmışlardır. Bu şekilde ikna olmayan kadını ise erkeğin şiddeti beklemektedir. Zaten çoğu yerde din adamları bizzat kralın kendisidir ya da ona çok yakın birisi durumundadır. Hatta giderek doğrudan tanrı rolü oynamaya başlayacaklardır.
Devlet yepyeni örgütlenme biçimleri geliştirmekte, yeni görevler oluşturmaktadır. Çok az sayıda zengin insana karşın, özgür zanaatkârların oluşturduğu orta sınıf göreceli olarak daha iyi bir yaşam kalitesi yakalayabiliyordu. En altta ise köleler vardı. Bu üç sınıflı toplum biçimi erkek egemenliğinin simgesi gibi binlerce yıl boyunca kendisini yineleyip duracaktır. Giderek gelişen devlet kavramı, kısa sürede erkek egemen toplumun koruyucusu olarak karşımıza çıkacaktır. Toplumun en alt kesimini oluşturan köleler gerçekte devlet sayesinde baskı altında tutulabilmektedir. Çünkü köle, o topluma ait birey değildir, gerçekte “düşman” sözcüğü ile açıklanabilecek bir durumdadır. Dolayısıyla karmaşık devlet kavramının temelinde köleleri baskı altında tutma zorunluluğu yatmaktadır. Ve böylesi bir örgütlenme aynı zamanda kadını baskı altında tutmak için de kullanılabilir. Bu işlev, köleliğin ortadan kalkmasından sonra bile devam edecektir.
Sonuç olarak M.Ö 5000’li yıllara gelindiğinde erkek egemen toplum, silah gücüyle kendisini dünyanın pek çok yerinde kabul ettirmişti. Çoğu yerde başlarında kralların bulunduğu büyük kentler ortaya çıkmaktadır. Kentler her biri başka bir erkeğe ait olan pek çok ayrı evden oluşmaktadır. Ortaklaşa yaşam çoktan tarihe karışmış, eskiden tüm topluma ait olan ürün ambarları, evlerin içindeki küçük kilerlere dönüşmüştür. Burada yaşayan halkın bir bölümü çeşitli işlerde görev almakta, temel besin ürünlerini kendi yarattıkları araç gereçleri değişerek sağlamaktadır. Bu açıdan ticaret her yönden gelişmekte ve alış verişi kolaylaştıracak araç gereksinimi artmaktadır. Ancak günümüzdeki anlamı ile paranın doğuşu için uzun süre beklemek gerekecektir.
Aslında ticaret insanlar tarafından binlerce yıldan beri yapılmaktadır. Elinde fazla olanı verip kendisinde az olanı başka birisinden almak büyük olasılıkla H.Ergaster zamanında bile biliniyor olabilir. Sonuçta bu bir ihtiyaç giderme yoludur ve fazlaca zekaya gereksinim duymayacaktır.  Ama M.Ö 5000’li yıllarda gelişen şey, bireylerin tek yönlü üretimlerinin alış veriş konusu olmasıdır ki bu binlerce yıldır bilinen ticaret biçiminden farklıdır. Eskiden elinde fazla eti olan aileler onun bir kısmını vererek karşılığında balık alabilirler, böylece daha farklı et tüketme olanağı bulurlardı. Oysa şimdi olan şey şudur. Zanaatkar taş ya da metal malzemeler üretmektedir, bunların bir kısmını vererek tüm beslenmesini karşılayacak gıda ürünleri almaktadır. Dolayısıyla artık üretim yalnızca belli bir zaman aralığındaki ihtiyaçları karşılamak için değil, tüm olarak yaşamını sürdürmek amacıyla yapılmaktadır.
Erkek egemen toplumda ticaretin gelişmesi, temel ticaret sisteminin de tamamen erkeklerin tekelinde olmasını sağlamaktadır ki üretim söz konusu olduğunda sanayi de erkek egemen toplumun emri altına girecektir. Dolayısıyla kadınlar her türlü üretim sahasından giderek çekilmekte, evlerine kapanmakta ve erkeğin himayesi olmaksızın yaşamlarını sürdüremez hale gelmektedirler. Artık kadının doğrudan kendi el emeği ile ürettiği ürünler bile erkeğe aittir.
Kimi topluluklar kısa süreliğine de olsa erkek egemen toplumlarda anaerkil gelenekleri korumaya çalışmışlardır. Bunlardan en iyi bilineni Lagaş kentidir. Lagaşlılar, çiftçiler, çobanlar, balıkçılar, zanaatkarlar gibi çeşitli meslek guruplarına ayrılmışlardı ama toprak tümüyle kentin tanrısına (tapınağa) aitti. İnsanlar tapınaklardan kiraladıkları arazilerde üretim yapıyordu. Tarlaları sulamak için tamamen ortak kullanıma dayalı bir sistem geliştirmişlerdi. Buna karşın bireyler bir evin, bahçenin ya da aracın sahibi olabiliyorlardı. Ticaret serbestti ve tüccarlar komşu kentlerden getirdikleri malları pazarda rahatça satıyorlardı.
Lagaş kenti, kadınlar için göreceli olarak daha rahat bir yaşam sunuyor olabilirdi. Ama bölgede gelişen kent savaşları için ordular kurmak, bunları silahlandırmak gerekiyordu ve ordu komutanları gerektiğinde tapınak mallarına el koymaktan bile çekinmiyorlardı. Ülke savaşta olduğundan kimsenin aklına itiraz etmek gelmiyor, askerler hiçbir direnişle karşılaşmadan dilediklerini yapıyorlardı. Savaş sayesinde tüm yönetim kadrolarını ele geçirdiler ve barış olduğunda çıkar sağladıkları kadrolarını asla bırakmadılar (107).

Sürekli savaş durumu erkek egemen toplulukların temel özelliğidir. Sümerler döneminde kent kralları buna en iyi örneği vermektedir. Kendi ölçüsüz hırslarını devlet çıkarları gibi gösteren kimi krallar, kanlı fetihlere girişmişler, bazen başarılı da olmuşlardır. Yenilen taraf için söylenecek hiçbir şey yoktur. Günümüzde normal insanın hayal bile edemeyeceği vahşet giderek yayılmıştır. Ama bunların devamı hiçbir zaman gelmemiştir. Daima daha iyi bir silah çıkmış, galiplerin kendilerine uyguladıkları vahşeti bu kez onlara yöneltmiş, zafer öyküleri yeni galipler için yazılmaya başlanmıştır. Eskilerin ise ellerinde kalan yalnızca kanlı ağıtlar ve mutlu saydıkları geçmiş yıllardır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17.Bölüm - Erkek egemen toplum tarihi

16.Bölüm - Görünmeyen zincir, bekaret

18.Blüm - Tüketim toplumu